Her yazımı yayımlamaya korkuyorum. Evet, korkuyorum! Doğrucu biri olmaya gayret gösteriyorsam da, her doğrunun da her yerde söylenmemesi gerektiği ayrı bir hakikat. [Hatırlatmak gerekir ki bundan yalnızca 400 yıl önce adamın biri (İtalyan fizikçi, matematikçi, gökbilimci ve filozof olan Galileo; modern gözlemsel astronominin, modern fiziğin, bilimin ve modern bilimin babası olarak kabul görmektedir), “Dünya yuvarlaktır!” dediği için engizisyon mahkemesi tarafınca idama mahkum edildi ve ölümden kurtulmak için iddiasını dile getirmekten vazgeçmek zorunda kaldı.] Bir ara takma isimle başka bir web sitesi açarak yazmayı bile düşündüm, ama o da içime sinmedi ki!
Matrix filmindeki Neo ile Oracle’ın yaptığı görüşmeleri hatırlayın. Neo, öyle olduğu halde neden ilk görüşmelerinde kendisine seçilmiş kişi olmadığını söylediğini sorar. Oracle da, çünkü henüz duymaya hazır değildin diye cevap verir. Çoğumuz henüz duymaya hazır değiliz! Sonra durdum ve sadece yazmak istedim. Böylesi kaygılardan arınıp; sanat, sanat için mi yoksa toplum için mi tarzı çelişkilere saplanmadan, sadece yazmak. Netice de ne diyor Cem Yılmaz; “Mesaj verende değil alandadır. İstanbul aynı İstanbul; kimisi bakıyor ilhamlanıyor Yahya Kemal oluyor, kimisi İstanbul sen mi büyüksün ben mi diye sövüyor…”
Spor oyunlarının çıkışının temelinde; savaşlara son vermek ve kitlelerin, enerjilerini, akıl gücü ve fiziksel yeteneklerini sergilemeleri sonucunda, kazananın kan akıtılmadan belirlendiği mücadeleler yaratmak yatmaktadır. Oysa şimdi futbol fanatizmi yüzünden insanların öldüğü bir çağdayız. Zaten Türk milleti olarak ziyadesiyle duygusal bir toplumuz. Önem verdiğimiz değerleri de çoğunlukla kalıplar halinde yaşıyoruz. Aslında bu durum yönlendirilebilmemizi kısmen de olsa kolaylaştırıyor. Alt benlikten gelen ait olma duygusu ile kişilerin belirli gruplara bağlanmasını (bir siyasi parti, bir futbol takımı, bir tarikat vb.) anlayabiliyorum ancak neden kişiler; en azından Sun Tzu’nun 2500 yıl önce yazdığı “Savaş Sanatı” kitabında dile getirdiği “Düşmanını Tanı” felsefesini kendilerince değerlendirmeye yanaşmıyorlar onu anlayamıyorum.
Siyaset… Elbette herkesi bir kefeye koymuyorum ama neden sağcı solu, solcu sağı bilmekten kaçınır onu da anlamam. Sağcısı sol yayını, solcusu sağ yayını okumaz. (Hatta çoğu insan sağ-sol kavramlarının nasıl doğduğundan bihaber.) Zaten medya büyük bir güç ve her istediğini kendi açısından gösterip insanları yönlendirebiliyor. Diğer taraftan bir insan neye inanıyorsa karşılaştığı bir olayı kendi bakış açısına göre değerlendirmesi de daha kolay oluyor. Neden farklı bakış açılarını görmek istemeyiz? Sorgulamak, çoğu kişinin vazgeçtiği bir olgu…
Yazılarımı yayımlamaktaki en büyük çekincem salt anlamda kalıplara sokulmuş bir görüşüm olmayışıdır. Zeitgeist temeliyle; siyasetin, yaratılan ekonomik sömürge düzeninin perdelemesi olduğunu düşünüyorum. İcraatten çok laf üreten insanlar yerine laftan çok iş üreten mühendislere ihtiyacımız var. Biz derken de ülkemizi değil dünyamızı kastediyorum. İnsan istedikten sonra gerçekten de kılıfına uydurabiliyor. İnandığı değerlere karşıt bir eylem gerçekleştiriyor bile olsa, sorulduğunda muhakkak “ama” ile başlayan “kendine göre haklı” bir nedeni var. Hatta öyle ilginç olaylarla karşılaşıp derlemeler yaptım ki bir ara “kulbuna uydurma” üzerine ayrı bir yazı yazacağım.
Fotoğraflar: Engin Enginer