İçindekiler içinde mi ki?

| 15 Kasım 2019

İçindekiler içinde mi ki?Takıntılı bir yapım olduğu için oldum olası her türlü ürünün içindekiler kısmını okurum. İndirim çılgınlıklarının yaşandığı, sosyal medya üzerinden onlarca ürün reklamına maruz kaldığımız son dönemde incelediğim ürünlerin içeriğinde dikkatimi çeken bir durum mevcut: “Gerçeklikten ve doğallıktan giderek daha çok uzaklaşarak yapay ürünler tüketmeye başladık.”

Konfeksiyon sektöründeki ürünlerin malzemeleri deri, pamuk vb. yerine sentetik malzemelere doğru kaymakta. Maliyetleri düşürüp karlarını artırmak isteyen işletmeler günümüz şartlarında piyasaya hitap edebilmek için sıklıkla sentetik malzemeler kullanmakta. Oysa suni deri, sentetik kumaş vb. sağlık açısından son derece zararlıdır ve kokuya, mantara hatta kansere bile neden olabilmektedir. Bu yüzden üç tane yerine bir tane ama deri ayakkabı, pamuklu kumaştan üretilen giyim ürünleri almakta fayda var.

Gıda sektöründe ise durum daha vahim, artık gerçek besinler yerine sadece katkı maddesi ve aroma tüketiyoruz.

İçindekiler içinde mi ki?Algida dondurmalarına dair geçtiğimiz yaz sosyal medyada gündem olan paylaşımlara, boykot çağrısıyla yapılan linç girişimlerine denk gelmişsinizdir. “Aynı marka, aynı ürün. Süt ve meyve oranı Türkiye’de %1,4, İngiltere’de %24. Üstelik İngiltere’deki ürünlerde D3 vitamini var ve şeker oranı daha düşük.” denmekte.

Burada asıl sorun ekonomimizin durumu, yani kişi başına düşen harcanabilir gelirimiz. Algida ürettiği dondurmayı Türkiye’de 1 liraya, İngiltere’de 0,40 sterline (3 lira) satmakta. Eğer İngiltere’deki oranlar ölçüsünde bir ürünü Türkiye’de 3 liraya satışa çıkartsa sonucun ne olacağını aşağı yukarı biliyoruz ki bence İngiltere’deki oranlar bile çok düşük. Bu şartlarda Algida’yı bilinçsizce boykot etmenin benzer ürünler satan firmaların ekmeğine yağ sürmekten başka bir faydası olmayacaktır.

Bu durum sadece Algida için de geçerli değil, tüm çok uluslu firmalar ürün içeriğini ilgili pazarda satabilecekleri şekilde güncelliyor. Hemen hemen tüm firmalar pazardaki tüketicilerin alım gücüne göre fiyatlar sunmak için maliyet hesabı yapmak zorunda.

Nasıl ki günümüzde herhangi bir tarım ve hayvancılık ürünü eğer ‘organik‘ ise ‘normal’ fiyatının bir kaç katını ödemeniz gerekiyorsa aynı şekilde firmalar da size seçeneklerle geliyor. Bakıyor ki orijinal içerik ve fiyattaki ürüne talep yok, o da satış yapabilmek için üretim maliyetinden kısıyor, yani en basitinden ürünün kalitesini düşürüyor. Var mı öyle üç kuruşa beş köfte? Eğer varsa da o yediğiniz köfte değildir… Gerçeklerle yüzleşmeliyiz.

Köfte dedim de, restoran açan girişimcinin öyküsünü okumadıysanız aktarayım isterim:

Yeni restoranın açılması müşterilerden çok toptancıların ilgisini çekmişti. İlk gelen sezonluk su stoğumu bana satmaya çalışan bayi oldu. Toptan alırsam, büyük su 35 kuruşa, küçük su 15 kuruşa geliyordu. Onun ardından toptan gıdacı, meşrubatçı ve biracılar da geldi tabii. Buraya kadar her şey normaldi…

Ancak arkası kapalı, üzerinde hiç yazı bulunmayan kamyonet geldiğinde ilk şokumu yaşadım. Adam kaşar peyniri satıyordu. Kilosu 6,5 liradan… Ben, “Nasıl böyle ucuz satıyorsun?” deyince de adam açık açık söylemekten çekinmedi, “Abi bu dandik kaşar ama kimse ayırt edemez. Bak al bi parça…” Nutkum tutulmuştu. “Zararlı değil abi, patates püresine yağ ve kaşar aroması koyuyorlar…” demez mi? O şokla adamı nasıl gönderdiğimi hatırlamıyorum.

Ertesi gün daha beterdi… Kıymacı, köfteciydi gelen… Kilosu 3,5 liradan kıyma satıyordu… Sinirlerime güç bela hakim olup kıyma denilen şeyin muhtevasını sordum… Et aroması, tavuk deri ve kemikleri, soya vs gibi ‘zararsız’ maddelerden üretiliyormuş. Adam övünerek, “Her şey dahil otellerden alan var abi” dediği an kıçına tekmeyi yedi tabii… Adamı kovdum kovmasına da, bu iş fena halde aklıma takıldı. Kardeşim bu memlekette sahte olmayan bir şey yok mu? Ben bu tip restoranlarda yemek yedim mi acaba? Yediysem kaç kere? Bu işin ucu nereye kadar gidiyor?

Oturdum bilgisayarın başına, başladım araştırmaya… Aman tanrım! Neler neler varmış bu memlekette? Yahu neredeyse gerçek bir şey yok piyasada. Her şeyin aroması var. Üstelik bunlar internette satılmakta.

Yahu, ekmeğin bile aroması var. Çakma ekmeği nasıl yapıyorsunuz kardeşim? Neden yapıyorsunuz? Araştırdım, ekmekte durum bildiğiniz gibi değil… Unun beyazlatıcısından tutun da maya besleyicisine (Yahu maya besleyici satıyor adamlar. Ninem ekşi mayadan, nohuttan yapardı ekmeği) hacim artırıcısına kadar neler neler var. Adam gibi ekmek bile yedirmeyecekler bize.

Kahvelere köpük yapıcı satıyorlar yahu… Köfte kızartılırken hacminin küçülmemesini sağlayan kimyasallar var. Bilumum E-bilmem kaç maddelerini gördüm. Bir o kadar da ‘E’siz katkı maddesi piyasada… Tam bunları okurken, sahte kolacı, ‘ucuz’ viskici, yaban domuzcu akın akın geldi… Bunca gelen arasında bana da toplu halde geldiler, iyi sıhhatte olsunlar… İşte bu yüzden pılıyı pırtıyı toplayıp dükkânı kapattım ve bu işe bir daha girmemeye, hatta turistik yerlerde iyi tanımıyorsam, restoranlarda yemek yememeye karar verdim.

Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz her ürün sağlıksızken toplumsal sağlık açısından kötü durumda oluşumuza hayıflanmamız yersiz. Çözüm ne mi? Dolaylı olarak bakacak olursak, ülke olarak daha fazla üreterek katma değer sağlamak ve vatandaşlarımızın alım gücünü yükseltmek. Yani ne zaman orta gelir tuzağından kurtulur, ülke içi gelir dağılımında düzey farkını azaltır ve refahı toplumun tabanına yayarız, o zaman toplumsal açıdan sağlıklı olabiliriz. Kısa vadede ise direkt olarak tek yapabileceğimiz organik pazarlardan alışveriş yapmaya çalışmak, evde kendi ürettiklerimizle beslenmek ve paketlenmiş, hazır gıdalardan uzak durmak. Kolay gele.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir